İçeriğe geç

Deve Dikeni – 0008

11

Ara form…

Üvey evladım Yusuf’la birlikte Beylikdüzü civarından Silivri otobüsüne binmek zorunda kaldık. Diğer türlü metrobüs ve minibüs yapmak zorunda kalacaktık ki yolculuk maliyetimiz iki ya da üç katına çıkacaktı. Tüyap’a kadar her şey yolunda gitti, ardından öyle doldu ki otobüs ancak havalandırma deliklerinden nefes alacak hale geldik. Deve bağırtan yokuşundan aşağı tıngır mıngır inerken arkada oturan ama belli ki biri kız diğeri oğlan iki çocuğunu önlerde ikili koltuğa oturtan bir babanın git gide yükselen sesiyle cehennemin dibinde olduğumuzun bir kere daha farkına vardık. Yaşlı bir kadın yanlarına oturmuş ve sekiz yaşlarındaki ablası dört beş ancak var kardeşini kucağına almış meğer. Ara tür “Ayça, Ayça, niye aldın kızım kardeşini kucağına?” diye seslendi önce. Kız korkuyla karışık arkaya bakındı ama sesini çıkarmadı hiç. Ork bu sefer yaşlı ablaya sardırdı, “Niye kaldırdın çocuğu, hey kime söylüyorum…” gibisinden yırtındı durdu. Abla’da tam o sırada telefonla konuşuyormuş meğer ne duydu ne arkaya dönüp cevap verdi. Ork değersizlik hissine kapıldı bir anda, babasından hiç görmediği sevginin her türlü dışa vurumunu sesinin volumünü yükselterek, kelimelerini sertleştirerek, araya küfürler serpiştirerek kullanmaya başladı. Tam bir cinnet hali, git gide kabaran ego tavana vurmaya meyilli salak devinimlerle kendini aldı sürükledi. Tüm otobüs kıl oldu adama, tek kişi sesini çıkarmadı ama. Derken kızına tekrar seslenmeye başladı zaval köyü gediklisi. “Kızım söyle ona bana baksın…” gibilerden çırpındı durdu. Kız hiç ses etmedi, korkulu, endişeli, özür diler gibi bakışlarıyla arkaya bakıyordu sadece. Ara türün neslinin kendisiyle birlikte son bulacağını düşündüm o an. Şükürler olsun dedim içimden Yaradana. Ork’un sözünün dinlenmediği ve kalabalık içerisinde rezil olduğunu hissettim ayrıca. “Sizin için mi doğurttum lan ben o çocuğu…” dediği anda yenge olması ihtimal kadını aradı gözlerim, bulamadım kalabalıktan dolayı. Doğurttum lafının nesnesi olmak nasıl bir duygudur acaba diye dertlenmedim değil o an. Ork abladan yine tepki gelmeyince çıldırdı, kendince yerlere serilmiş egosunu toparlama ve zaten var olmayan kişiliğini hareketle betimlemeye karar verdi ve etrafı yararak yaşlı kadının yanına gidip “neden çocuğu kaldırdın, ben parasını verdim bu koltuğun…” diyerek kendini aşağılama yolunun en dibini seçti. Başörtülü bir kızcağız, (olanı anlatıyoruz neyse o…) ” Ablacığım siz buraya oturun.” diyerek yaşlı kadını oturttu başka bir yere ve oğlan çocuğu o koltuğa oturamadı sonrası. Büzüldü kaldı. Kız zaten lal olmuş, hala acınası gözlerle etraftan bakışlarıyla özür dileme derdinde, ama Ork bu seferde oluşturduğu negatif enerjinin üzerindeki etkilerini dağıtma derdinde konuşmaya devam ediyordu.

Yusuf atıldı birden bire, “Tamam işte, çocuk oturdu yerine, daha ne konuşuyorsun…” diyerek tüm otobüsün söylemek istediğini tek seferde söyledi. On dokuz yaşında adam, üstelik benim oğlum. Öyle gururla doldum ki o an, sarılıp öpesim geldi yanaklarından. Ben dahil bir otobüs ahali Yusuf’un yerinde olmak için can atıyordu sanki. Ork maymunluğunu sürdürmeye devam etti, “Avukatı da varmış, aklını alırım lan senin” dedi Yusuf’a. “Al da gör…” derken kolunu tuttum, şefkatle gülümsedim. “Lütfen, boş ver, lütfen..” dedim. Bakışları nefret, korku, dehşet, erkeklik taşıyordu. Tuttuğum kolun altında akıp giden adrenali hissedebiliyordum. Sustu, gülümsedim. Ork içine gömülmüştü ve tüm otobüsün nefretini kazanmanın verdiği karanlıkla vicdanını yellendiriyordu. “Karanlığında boğul, ama çocuklarını yanında taşıma sakın…” diye dua ettim havayı efsunlayarak. Az sonra durağımıza geldik, indik beraber. Yusuf hala otobüsteydi, o korkusuzdu, ben tecrübeli. Yeni cep telefonu almıştık daha, biraz sonra Ork karanlığında boğulacaktı nasılsa, biz devam etmeliydik, ama Ayça kesinlikle dualarımızdan nasibini almalıydı…

Şimdi bu ve benzerlerinin sayısının milyonlarca olduğunu, bunların oluşturduğu kirliliği, rahatsızlığı, sevimsizliği, sevgisizliği hayal kurun ve bundan sonra hayatınızda bunlara mümkünse rast gelmemek için dua edin geceleri…

Akgezenler’in tohumu yıllar önce ekildi, ama hasadı için Gezi Parkı eylemleri gerekiyormuş meğer. Evde zor tutulan yüzde elli’den bahsediyorum. Öncüleri, Ali İsmail Korkmaz’ı döverek ölümüne sebep olan polisler ve esnaftan oluşuyor, yancıları doktor, vali, emri ben verdim diyen ve tüm o ölüme sırf o çocuk alevi ve solcu olduğu için kayıtsız kalabilen milyonlar. Öncelikle her birinin ben teker teker, de neyse ya. Sövmeyeceğim. Ancak belirtmeden geçemeyeceğim tek şey bunların tapındığı Tanrı ya da dini ben reddediyorum. Diğer ölümlere sebep olanları, elinde palayla Taksim’de eylemci kovalayanları, bir dünya partiperest klavye delikanlısının sosyal medya paylaşımlarını tek tek sayamayacağım şimdi. Ancak Kabataş yalancısını ayrıca belirtmeden geçersek, kalbimiz kurur, gözlerimiz açık gider, dişlerimiz dökülür ve ne tarih affeder, ne de her neye inanıyorsak o.

Bir sonraki konumuz da bu olsun öyleyse…

Kategori:"Deve Dikeni"

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir