“Bir yazar boksör gibi ayakta kalmak zorundadır. Sözcüklerinizin basılması ringe çıkmak gibi, yeteneğin ortaya konmasıdır. saklanacak yer yoktur. Gerçekler ortaya çıkar ve bazen sonuç felaket olabilir.”
resurrecting the champ
DEVE DİKENİ
Poli
1
Tanrım korkunçtu! İki küçük dijital bip sesi. Semese denilen Türk Dil Kurumu’nun üşenip Türkçeleştiremediği lanet cep telefonu mesajında aynen şunlar yazılıydı;
“Is yerinde internete sohbet yapmak yasaktır. bilginize. unun yerine firma yararına ograsacak cok sey var.”
Soğuk duş, ikizlere takke, uzayıp giden tren yolları açılıp sarmayan yarin kolları. Daha yarım saat kadar önce yanımdaydı, çekip odasına adam gibi konuşmak yerine uzaktan cep telefonu mesajıyla uyarı döşenmek de neydi şimdi? Sevgili miyiz oğlum? En basitinden korkaklık, çok basit, çok çiğ, çok hafif, çok ucuz. Yarabbime şükürler olsun ki kal geldi birden sol yanıma. Yüz felci geçirdiğimden beri unuttuğum o tuhaf uyuşukluk hali sağ yanımı da kendine çekti sonrası…
Önce ne düşüneceğinizi tam olarak kestiremiyorsunuz bir müddet. algı mekanizmalarınız karmaşayı çözmeye, anlamlandırıp içerisinden kendine uygun harekat tarzını seçmek için zamana ihtiyaç duyuyor ve. Küçümseyerek birazda alaycı;
“Telefonla mesaj yazmak da yasak mı? Zira onun yerine firma yararına yapılacak çok iş var…” yazıp basıyorum gönder tuşuna. İş yeri değil bin dokuz yüz kırk iki Kuzey Avrupa Nazi toplama kampı sanki ….. kodumun yeri. Çet met de hikaye, ne meseneye ne de feysbuka takılma huyum var. Ergen miyim lan ben? Unum elenmiş, şakaklarıma kır düşmüş, ‘benim mi allahım bu çizgili yüz’ modundayım epeydir hem.
Tüm olayımız kalburüstü bir forum ve muhafazakar bir sözlükten ibaret. Tanım girdiğim ya da uzun uzadıya okuyup geçtiğim de yok zaten. Bir kaç tanıdığın yazılarına göz atmak ve sözlük başlıklarından gündemi takip etmek tüm olayımız. Hani zamana vursan bir yirmi dakika ya tutar ya tutmaz gün içerisinde.
O bu değilde bayram değil seyran değil patronum beni niye dişledi havalarında derin felsefik çıkarımların pençesine düşmek üzereyken tam, ikinci mesajda geldi;
“fir isi ilgili degilse tabi yasak”
Henüz ilkinin kelebek etkisinden yeni kurtulmaya başlamışken ikinci dalgayla yeniden yerle bir olan Van depremi mahşerde şahidim olsun ki ne yazacağımı biliyordum artık.
“İş yapmadığımı veya işi aksattığımı düşünüyorsanız beni kovar yerime birini alırsınız olur biter…”
Aman Allah’ım çok uzun bir cümle oldu bu. Patronum olacak kütüğün, yan yana sıralanmış üç kelimeden sonrasını anlaması, bırak anlamasını okuması için bile şöyle okkalı tarafından bir on on beş dakikaya ihtiyacı vardır şimdi. Üstelik herifçioğlu Zaman gazetesine abone. Ve zavallı gazetenin ikinci sayfasının açıldığına şu gariban gözlerim şahit olmadı henüz. Cemaat üyesi ya da sempatizanıyım veya iktidara yakınım demenin avam kartviziti olmasından ve çaycı ablanın cam temizliği işlerinde kullanılmasından öte bir özelliği yok şimdilik. Gazetenin de çok umrunda tabii, ama dağılmamalıyım…
Çünkü dumur vaziyetlerinden sikerim işini gücünü, kafama sıkar giderim türküsü eşliğinde horon tepiyorum ben artık.
Yanıt geliyor elbette. Son sözü söylemek pek bir afili gelir bu kral – baba – patron – tanrı kısmına.
“Ben is yerindeki yasak olan bi seyi iza edixorum buna oymak zorudasin oymuyorsan gidersin.”
Sana virgül nedir öğretmeyen ilkokul öğretmeninin oymak oymak yedi sülalesini eşşekler kovalasın gece gündüz diye diye dizlerimi döverek ofisin ortasında tek kişilik bir apaçi dansına başlayacaktımki tam, gözlerim telefonla konuşan sekreter kızın saç topuzuna takıldı ve anında caydım bu saçma fikirden.
“Gideriz, sorun değil…” yazıp gönderdiğim ben de…
Bu “Deve dikeni” ne bir miktar daha devam etme fırsatı bulduk geçen zaman içerisinde. Çünkü o gün işe gitmedim, ertesi günde, daha ertesi günde. Önceleri paramı alamadım, (siz siz olun maaşınızı almadan ayrılmayın iş yerinden…), ki ilk defa başıma gelen bir nane de değil. Borsa firmasından ayrıldığımda da paramı vermemişlerdi puştlar, üstüne üstlük dava ile ödüllendirildiydim. İki sene kadar uğraştık falan derken kazandım davayı ama Ankara’da açılması sebebiyle avukatımın Sivas – Ankara yolculuk masrafları üzerime kaldıydı. Bu dünyada benim gücüm yetmiyor hesap sormaya, ettik Allah’a havale. Neyse ben muruşla Sivas’a gitme planları yapıyordum parayı bulup ve iş de aramadım. Hatun sesini çıkarmadı, kayınvalide homurdanmadı ne derken bir hafta gece oturdum gündüz uyudum, pazartesi günü bir aylık paramı almayı umarak.
Sonra,
Pazartesi şirkete geldim, ki gelmeden evvel üç beş kere aramış beni telefondan sevgili patronum. Ortalık karmakarışık, çünkü yeni aldığı çizimci kız gelmemiş o gün. Meğer bu, cumartesi para dağıtmış personeline, kız da parayı beğenmemiş falan derken, koca PVC fabrikasının imalatı durma noktasında sırf bu yüzden. Ben hiç imalat çizimi yapmadım ancak programı kullanmayı biliyorum. Allem kallem, yok Sivas’a gideceğim, arada Ankara yapıp f’ye uğrayacağım, yeni bir kitap yazıyorum, üstelik kahramanı sensin diyemedim tabi. Çok uzatıyorum farkındayım, bir ceviz ağacıyım Gülhane parkındayım, falan filan fişmekan, artık çizimci olarak eski iş yerimde çalışıyorum iyi mi sayın seyirciler…
“Deve Dikeni” yarım kaldı arada. İyi de ben ne zaman emekli olacağım ey Rabbülalemin?
Adamın parasıyla adama posta koyuyoruz iyi mi? Şirket hattına kayıtlı bu telefona aylık elli beş lira simgesi henüz yeni bulunan Türk Lirası ödüyor hıyar. Ekipleri organize etmem, müşterilerle sürekli konuşmam, arada kendide ve diğer kardeşlerine rapor vermem gerekir ve binlerce boktan kelimeyi yan yana dizerek hiç istemediğin bir şeyi en istemediğin kişilerle gün aşırı yapmak insanı epeyce yoruyor iki gözüm. İnsan telefonla konuşmaktan nefret eder mi? Hem de nasıl…
2
Kurgu elbette böyle değildi ama hayat yeterince acımasızdı. Özallı yılların “Küçük Amerika” olma hayalleri kuran az gelişmiş bir ülkenin, darbe sonrası ayakta kalmaya çalışan sisteminin arka sokak piçleriydik biz. Ve yeni yeni palazlanmaya başlayan kapitalizmin anasını bellemeye niyetli Romalıların rüyalarını gerçekleştirmeleri sonucu ellerinde oyuncak hamuru olmak vardı geleceğimizde. Anadolu kaplanları her yerdeydi ve her kükremelerinde on işçiyi sokağa salacak güçteydiler. On minik hobit, on zavallılık, on kahvehane müdavimi, on saçmalalık, on boktan hayat. Ama başbakan her yerde, her zaman, çok konuşuyor ve hep haklı. Özal bizi çok fena yoğurup dönüştürdü, muhteşem bir evrilme dönemi ve geldiğimiz aşama kötü yönetilen koaliasyon hükümetlerinden sonra halkın yüzde ellisinin desteğini almış bir ampül partisi. Işıyıp duruyor, de dibini aydınlatamıyor. Bizim için farketmez, kadim bir Çin atasözünde dendiği gibi “Fare yakalandıktan sonra kedinin siyah mı beyaz mı olduğunun önemi yoktur…” Kaybedecek hiçbir şeyimiz yoktu eskiden zincirlerimizden başka, şimdi ona da haciz geldi.
Romalılar hep vardı ama bu kadar çok sayıda ve görünür değillerdi en azından. Sa derebeyliği, koç krallığı, ağaoğlu, paşazade, amcagiller ne derken farkediyorsunuzki tüm romalılar birilerinin oğlu, kızı, yeğeni, geri kalanlarda onun bunun çocuğu. Ama memlekette özgürlük ve demokrasi mevcut bizim oğlan! Yeterince şansın ve gerçekten sıradışı bir yeteneğin varsa eğer sizde romalı olabilirsiniz. Elbette yersen, kim tutar küçük enişteyi…
3
Artık sağ yok, sol yok, devrim yok, lider yok, ideoloji yok, ideal yok, devlet yok, gelecek yok, sadece ertesi gün. Neye inanıp kimin davasını güdeceğiz Allah aşkına? Her tarafımız maddiyatla çevreli ve geçirmişiz üzerimize geçim derdini. Buradan ilan ediyorum, isteyen herkes istediği şekilde algılayabilir ama artık tek gerçek bilinmeze olan imandır. Saf haliyle mutluluk sadece inananların tekelindedir bundan böyle. Müslüman, Hristiyan, Mecusi, Budist artık her ne ise adı sadece inananlar bu dünyayı beklentisiz ve karmaşaya dalmadan atlatabilir ve huzuru yakalama şansını yakalayabilirler. Üstelik ölümü bile emeklerinin karşılığı bir mükafat ya da tekamül aşamasında ileri bir formda yeniden doğmak gibi bir fikir olarak değerlendirebilirler. Çünkü katlanılabilir kılan ötelemektir ve ilahi adaletin gerçekleşeceğine duyulan mutlak iman. Dünya ve insanoğlu adaletini kaybetmiştir ve bu saatten sonra bulma ihtimali de yok. Ceymsin dediği gibi tünelin ucundaki ışık aslında üzerimize doğru gelen trene ait. Kohen de noktayı koyar; ‘Herkes bilir, zarların hileli olduğunu’ diyerek. Mutlak inanç sahipleri (ki sayılarının pek az olduğunu varsayıyorum) haricinde piramitin tabakaları romalılar, cedaylar, hobitler ve arafilerden oluşmaktadır kaba bir tasnifle.
Hükümranlık romalıların elindedir, silikon vadisinden Harran ovasına, göt kadar küçük bir işletmeden sendika başkanına kadar sayısı ve niteliği birbirinden farklı binlerce karmaşık bir ilişkiler ağı ile örülmüştür. Ayrım Marks’ın sınıfsal farklılığını çoktan aşmış ve para ya da nüfusu kullanma biçimi şeklinde kendini ifade etmeye başlamıştır. Hükümetlerin rolü artık “bıraktık geçtiler, bıraktık yaptılar” a dönüşmüştür ve kendilerinin, politikalarının, meclisteki sandalye sayılarının romalılara hizmetkarlıktan öte bir anlamı yoktur. İŞte ceday yaftası burada devreye girer. Romalılar miras aldıkları veya bir şekilde kendileri kurdukları düzeni akla gelecek her vasıta ile korumak eğilimindedir. Bu içgüdüsel bir davranış biçimi olarak doğal yollardan insanoğlunun varlık sebeplerinden bir tanesidir. Bu yolda örgütlenebildikleri gibi tamamen bireysel de takılabilirler. Akla gelen gelmeyen her türlü alet edavat, insan gücü, yasal dayanak, siyasi manevralar, özgürlük ve demokrasi gibi uyuşturucu hapları, bilişim çağının modern tanrısı medya araçları bilerek ya da bilmeyerek bu yolda kullanılırlar. Kullanım amacı para kazanmak, kazanılan paranın korunmasını sağlamak, ardından daha çok kazanmak, bu durumu sürekli hale getirmek için çalışmak ve nihayetinde gücünün etki alanını devamlı artırmak istemek ve bunun farkında bile olmamak bir romalının hem yaşam biçimi hem de bahtsızlığıdır. Her romalının gönlünde bir Karun yatar ve romalı namzetlerinin daha çocukken bokunda boncuk olduğu söylenir. Romalı doğulmayabilir ama romalı ölünür ve kaldırıldıkları caminin imamı bile rayban marka siyah güneş gözlük kullanır. Cedaylar romalıların hizmetlerine fiilen katılabildikleri gibi dolaylı yollardanda amaçlarının gerçekleştirilmesinde yardımcı roller üstlenebilirler. Zaman içerisinde koca bir sektör haline gelmiş özel güvenlik kuruluşları bu yolda istihdamı gerçekleştirir ancak diğer taraftan bakarsak eğer devletin güvenlik birimleri ve hatta devletin bizatihi kendisi en büyük ceday örgütüdür. Servet birikiminin sağlanması kadar devamlılığının korunmasıda gerekmektedir ve benim siyasetçim romalı sever. Romalıda çıkarları gereği siyasetçiyi kucağında oturtur, öper, okşar, yetiştirir. Birbirleri arasında çıkar çatışması olmadığı sürece işler yolundadır, siyasetçinin önünde yönettiğini varsaydığı bir ülke vardır ve o başta olduğu sürece iktidar hazzını sonuna kadar yaşar ancak gelinen noktada adalet dahil her atılım çabası ya romalılara hizmet eder ya da romalı onu nakde dönüştürecek bir çözümle tedbirini alır. Hobbitler ve arafilerde babayı alır. Altta kalanın canı çıksın, Ebu Cehil’in de elleri kurusun…
Kendimi bildim bileli arafiyim ben. Metalikanın tanrısal müzik yaptığına inanıyorum. Cuma namazında vaaz veren kavruk imamların hayatlarında bir kez olsun gerçek müzik dinlemediklerini ve sırf bu yüzden kuru kuruya lillo mıy mıy konuşup, vaazları bittiğinde basamakları tek tek, ağır ağır, önce bir ayaklarını atıp ardından diğer ayağını çekerek aynı basamakta durup törenle aşağıya indiklerini ve bunu ciddi ciddi çok gösterişli bir hareket zannetiklerini düşünüyorum. Kutup ayılarını seviyorum mesala, dünyanın yok olması çok da tın ama bu salak insanoğlunun göz göre içindeki tüm güzellikleri bir bir yok ederek varolma savaşı midemi bulandırıyor. Birbirlerini öldürürken bu kadar mantıklı ve soğukkanlı olmalarını anlayamıyorum sonra, savaşlarını ve savaşa giderken takındıkları kutsal ideal tavrını aptalca buluyorum. Sürekli koşuşturmaları ve durmadan konuşmaları yoruyor beni. Paraya duydukları karşılıksız aşklarını, beşikten mezara peşinden koşmalarını, hobitlerin romalılara duydukları hastalıklı hayranlık hissini, ırk, ülke, memleket sevdalarını ve kendileri her neye inanıyorsa onu bir şekilde diğerlerinden üstün tutma geri zekalılığını ise anlamlandıramıyorum. Önceleri arafilerin en tutarlı eylem biçiminin alkolizm olduğunu düşünürdüm. Uyku, sigara, seks, boş konuşma ve internette vakit öldürmede iyiydi ama alkolün yeri bir başkaydı gözümde. Kendimizden ve dünyadan ne kadar uzaklaşabilirsek o kadar iyi hissedebiliyorduk ama artık üç doz emi vaynhavs ile güzelleşme yöntemini keşfettik. Daha ucuz ve etkili, üstelik mide ekşimesi ve baş ağrısı sorunu da yok.
Arafiler Saba Tümer’in kahkahalarından en azından nefret ederler. Bir kısmı Hilti denilen aletin beton delerken çıkardığı o korkunç sesi daha anlamlı bulduklarını ve tek bir saniye Saba Tümer kahkahası yerine yarım saat Hilti sesine maruz kalmayı tercih ettiklerini iddia edebilirler. Kafadan saçma sapan ve dengesizler sınıfına mensup bu grup asla bir araya gelecek ve herhangi bir sınıf ya da oluşuma tehtid oluşturabilecek toplu bir sayıya ulaşamayacak seviyededirler. Olsa olsa bir kahvehane masasında ortak bir amaç için ve birbirlerine katlanabilecek kadar oturabilirler. Bir arafinin hayatı ve birbirleriyle ilişkileri; kazancı ancak bir diğerinin zararına gerçekleşebilecek bir kumar masası etrafındaki insanlara benzer.
Kötülüğün üzerine krema serpiyoruz bu gece ve kimseyi memnun etmek niyetinde değiliz. Dünyanın bütün rahatsızları birleşin! Arızalanıyoruz…
İlk Yorumu Siz Yapın