Sofie’nin Dünyası
Bir zamanlar Ankara’da, Melih Gökçek adlı dinazorun belediye başkanı olmadığı bir dönemdi artık var hesabını sen yap, gecelerden bir gece, dil kursundan çıkmış eve doğru otobüs yolculuğu yaptığım bir ana denk gelen o bir saatlik süreçte fark ettim ben bu kitabı. kirli sakallı bir abimiz, Brahman bir rahibin Manu Kānunnâmesi’ne yumulmuşçasına gözlerini kısa kısa okuyordu kitabı ve tüm dünyayla alakasını kesmişti o an. Ulu manitu’ya kurban olası varlığım sosyal ortamlarda kimin ne yaptığıyla ilgili değildir çoğu zaman, ama varlığım kurban modunda değildi demekki o akşam. Merak ettim iyi mi? İyi!
Bir ara kitabın kapağını ve ismini yakaladım şöyle göz ucuyla. o tarih öncesi dönemlerdeki baskısı turuncuydu ve Sofie ismini ve dünyanın dü’sünü görmek ertesi hafta korsan olarak kitabı almam için yeterliydi. Vurmayın la, öğrenciyiz ve paramız yok o dönemler, kaçak elektrik kullandığımız da oldu, günahı boynumuza elbette ama ne yaptık sonrasında? Ekonomik özgürlüğümüzü edindikten sonrası artık öyle fakir mecburiyeti yollara asla tenezzül etmedik! Bokumuzda boncukla doğmadık tabii, öylesine bir duruş sergileme salaklığı bizimkisi. Birinci diye bir sigara vardı filtresiz ciğer öpen türden ( bak burada öpeni küfürsüzlük kuralları gereği kullanıyoruz, yoksa ne söylemek istediğimizi sağır sultanın kör karısı dahi kokladı bu parantez işaretleri arası ) liseliler bilmez, onu içiyorduk o devirlerde düşün. Yok ya da vazgeç, ben bile hayattan soğudum anında aklıma gelir gelmez. Neyse ciğerim, Brahman rahibi kirli sakallı abimizin otobüsün kuytu ışığında okumaya çalıştığı bu kitabı illegal yollardan edindikten kelli öğrenci odamızın altmış mumluk sarı ampul ışığında okumaya koyulduk bir hevesle…
Keçi boynuzu vereyim yersin?
Aynen öyle. Kaç sayfa olduğunu hatırlamıyorum ama aldığın şey yorduğun göze değmiyor canım. Derdi olmayanlargiller familyasından fiyort manyağı, kazdığı yerden petrol fışkıran norveç’ten filozof mu çıkar? ( lan ne küfür giderdi buraya şimdi ) Wittgenstein’ in barakası var ancak kendisi Norveçli değil, baraka Norveç’te. Arne Naess diye bir ölümlü var, ancak ben ne yer ne içerdi rahmetli, ne yazmış, hangi derde çare olmuş şimdiye kadar, an olmuş bilmiyorum, bu saatten sonra bilmek de istemiyorum.
Sonrasında ise Norveç üzerine tüm olayımız, Vikings dizisinden ibaret. Lagertha’nın askerleriyiz neticede. Şaka la şaka Ragnar büyüğümüzün helalidir kendisi, sarı saçlarımızdan o sorumludur ayrıyetten, vesaire vesaire.
Konumuza dönelim; Kitap felsefe tarihi üzerine ortaokul bir seviyesi civarında derlemeden ibarettir ve tam da o ara Friedrich Nietzsche başta olmak üzere Alman filozof kişileri ile epeyce sıkı fıkı olmak üzereyken hiçbir etki bırakmadı elbette bünyede. Zaten Sofie denilen kız da ergenin tekiydi sanırım. Ferrarisini satan bilge, bir insanın Ferrarisi varsa niye bilge olmak için satsın diye düşündürtüp, nasıl arar huzuru, ben de bulacağım ulan o zaman diye kitabı bitirirsin ya, aynı öyle bir sonuç. Herif huzuru buldu ve onu anlatmaya çalışıyor, ama sana bir bok kalmıyor sonuçta. Öyle bir huzur ki, Ferrariyi sattırıyor ama tanımlanamıyor gibi bir şey. Lanet sanat filmleri gibi bir nane. Var ama neden ben böyle bir şeye maruz kaldım ki diye sorgulatıyor insanı sonrasında. Hay bin kunduz, ulan kirli sakallı Brahman hırt, Şiva kovalasın seni iflah olama puşt, diyerek kitabı bir kenara koyduk ve korsan eserlerin devam etmesi ayağına ekmek paramızdan kısarak ödediğimiz o paraya, o gece makarnayı sade sana yağı ile yemek yerine, sarımsaklı olmasa da yoğurtlu yiyebileceğimizi düşündük sonrasında.
İlk Yorumu Siz Yapın